Radyasyondan Nasıl Kaçarız?
Bilimde hiçbir söylenmiş söz değişmez değildir. Hipotezler teoriye dönüşüp onandığında doğru bildiğimiz o olur, yeni bir buluşla, kanıtlarla bir gün aksi iddia edilene kadar. Bilimsel veriler yararlarını bulsa da, sağlığa, ekonomiye katkıları olsa da zararlarından insan, hayvan, bitki ve doğa büyük yara almışsa kelimeleri doğru seçmek gerek. Radyasyon bin düşünüp bir konuşulması gereken bir mesele. Çernobil’in başta Karadeniz olmak üzere verdiği acılar silinmezken ve doğru bilinen yanlışlarla önlem aldığımızı zannederken bu büyük meseleye kenarından köşesinden bir kişiye bile koruyucu bir önlem hatırlatmak için ve zararlarından kaçamasak da en aza indirebilmeyi günlük yaşamımızın alışkanlıklarına katmak için ve doğru kelimeleri seçerek:
Günlük hayatta radyasyona maruz kalmadan yaşayabilmek eğer cep telefonlarından, baz istasyonlarından, mikrodalga fırınlardan uzak, uçsuz bucaksız bir ormanın ortasında yaşamıyorsak imkansızdır.
Peki, radyasyondan korunmak için evlerimizde nelere dikkat etmeliyiz?
Hangi hususlarda optimal bilinçle nasıl önlemler alabiliriz? Öncelikle yüzleşmemiz gereken odur ki mangal yaparken, radyo ve televizyon başındayken, saatlerimizi cep telefonları ve bilgisayarlarla geçiriyorken ve hatta kışın evlerimizi ısıtan kaloriferler aracılığı ile hali hazırda büyüklü küçüklü ölçeklerde radyasyona maruz kalıyoruz.
Mutfak’ta Radyasyonu Nasıl Azaltabiliriz? Mikrodalga fırınlar tehdit içermekte öne çıkıyor. Bilim insanları, mikrodalga fırın kullanımının baz istasyonunun çok yakınında olmak kadar zararlı olduğunu belirtiyorlar. Mikrodalga fırından biraz uzaklaşıp gündelik yaşamımızın vazgeçilmezleri arasında olan saç kurutma makinesi, tıraş makinesi gibi gereçler ise beyne yakın bölgede kullanıldıkları için özellikle tehdit içeriyorlar. Kullanmadığımız sürece elektronik ve elektrikli aletleri kapatmak, fişini çekmek alışkanlık edinmemiz gereken en basit önlemlerdendir. Çamaşır ve bulaşık makinesi çalışırken yakınında bulunmamak, gün içinde çok fazla telefon görüşmesi yapan biriyseniz mümkünse kulaklık kullanmak başta olmak üzere çeşitli önlemlerle radyasyondan tamamen kurtulamasak da zararlı etkilerini azaltmak elimizde.
Temel ihtiyaçlardan olan barınmayı ele alırsak: Beton yapı malzemelerinin zamanla bozulması da radon gazının oluşumuna sebep oluyor. Pencere ve kapılarda ahşap malzeme tercih edilmesi ise radon gazının dışarı atılmasına engel teşkil eden PVC çerçeve ve kaplamalarının kullanımı yerine ideal bir tercih. Evlerin günde en azından 15 dakika havalandırılmaması akciğer kanserine neden olan radon gazı solunmasına sebep oluyor. Baz istasyonlarının yaşam alanlarına yakın alanlarda konumlandırılmasına izin verilmemesi, insan sağlığı için radyasyonun zararlı etkilerine çok önemli bir savunma sayılmaktadır (afad.gov.tr).
Aydınlatma sistemlerindeki radyasyonu nasıl azaltabiliriz ? Floresan lambaları gece lambası olarak kullanılmamalı. Kitap okuma alışkanlığı olan kişiler bu tür lambaları okuma lambası olarak kullanmaktan kaçınmalıdır. Başta öğrenciler ve çalışanlar olmak üzere toplumun her kesiminin gününün büyük çoğunluğunu başında geçirdiği bilgisayar monitörleri de “Low Radiation (Düşük Radyasyon)” etiketine sahip olanlardan seçilmeli. Erkeklerin günde 248, kadınların 279 dakika harcadığı cep telefonları ise kullanılmadıkları süre zarfında kapalı olmalı, açıkken de mümkünse kalp hizasında olmamalıdır.
Plajlarımızda ve Türkiye’de ne kadar radyasyon bulunuyor? Hindistan ve Brezilya’nın bazı plajları, İran’ın çeşitli bölgelerinde ve kuzey ülkelerde doğal radyasyon daha çok bulunmakta. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının verilerine göre radonda dünya ortalaması 400 Bekerel/metreküp (Bq/m3), Türkiye ortalaması ise 52 Bq/m3. Bu demek oluyor ki Türkiye’de korkulacak düzeyde bir radon birikimi var denilemez.
Türkiye’deki MR ve Bilgisayarlı Tomografi Kullanımı: Sağlık Bakanlığı istatistikleri ve OECD verileri karşılaştırılması üzerine Türkiye’de 1000 kişiye düşen MR (manyetik rezonans) görüntüleme sayısı 157 ile bütün ülkelerden daha fazladır. Bilgisayarlı tomografi (BT) işlemi sayısına göre ülkeler değerlendirildiğinde ise 1000 kişide 188 BT görüntülemesi ile ülke sıralamasında Türkiye yedinci konumundadır. Hasta ve hastane çalışanlarının bilinçli olarak kullanımını en aza indirmelidir, henüz bu cihazların yerine sıfır zarar içeren yöntemler geliştirilemediğine göre.
Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Çerezci, elektronik cihazların yaydığı elektromanyetik radyasyona bazı teknikler kullanarak en az seviyede maruz kalmanın mümkün olabileceğini belirtmekte. Çerezci, elektronik cihazların yaydığı elektromanyetik radyasyona bazı teknikler kullanılarak en az seviyede maruz kalmanın mümkün olduğunu ifade etti. Elektromanyetik radyasyonun neden olduğu riskin asgari düzeye indirilmemesi durumunda tehlike kavramının ortaya çıkacağına dikkati çeken Çerezci, “Elektromanyetik radyasyon cep telefonu, yüksek gerilim hatları ve kullandığımız her türlü elektronik cihazlar aracılığıyla hayatımızda bir şekilde risk oluşturuyor. Yapmamız gereken bilinçli bir yaşamı tercih ederek söz konusu riski en aza indirmenin yollarını aramaktır” dedi. Elektromanyetik radyasyon açısından elektronik cihazlar sıralanırsa cep telefonunun en ön sıralarda geldiğini bildiren Çerezci, “Cep telefonları, yüksek gerilim hatları, radyo televizyon kuleleri ciddi şekilde elektromanyetik radyasyon yayıyor. Yüksek gerilim hatları ve radyo televizyon kulelerinin 500 metre yakınında ev bulunmaması lazım” diyor.
NTV’nin haberinde belirtildiği üzere radyasyonun sağlık üzerindeki etkilerini anlatan İstanbul Bilim Üniversitesi’nden Radyasyon Onkoloğu Doç. Dr. Şefik İğdem, radyoaktif maddelerin vücuttaki en temel hedefinin DNA olduğunu belirtti. Doç. İğdem, radyasyonun insan vücudundaki seyri, kısa ve uzun vadedeki sonuçları hakkında şunları söyledi:
“Radyasyon, DNA üzerinde tamiri zor kırıklar meydana getirerek DNA’nın replikasyonunu yani çift sarmallı DNA’nın kendini kopyalaması işlemini engelliyor. Böylece hücre bölünemiyor veya bölünmeye çalıştığı zaman ölüme doğru yönlendiriliyor. Bu konudaki bir başka senaryo ise hücrede meydana gelen DNA kırığının, bir hata olarak bir sonraki nesle aktarılmasıdır. Bu aktarılma sonucunda mutant, yani bozulmuş ve hasarlı hücreler bir şekilde diğer hücrelerin kontrolünden kurtularak yeni bir kanserizasyona yol açar.
Toplumu, çevremizi, ailemizi ve yakınlarımızı uyararak onları radyasyonun yaşam alanlarındaki etkisinden azami ölçüde korunmaları konusunda bilinçlendirebilir, doğru hamlelerle radyasyona minimum düzeyde maruz kalmayı en azından başarabiliriz. Özellikle son yıllarda doğaya bilinçsizce bırakılan radyoaktif atıklar insan, hayvan, bitki tüm canlıların sağlığı için tehdit unsuru olmakta ve ekolojiyi bozmakta. Mesela nükleer silah geliştiren ülkelerin gerçekleştirdiği nükleer silah denemeleri yüzünden radyoaktif maddeler yüklenmiş bulutlar, atmosferin yüksek tabakalarına ve stratosfere yerleşir. Radyoaktif yağışlar halinde yağmur olup yeryüzüne inerek çevrenin, özellikle suların kirlenmesine neden olmaktadır.
Radyasyonun etkileri neredeyse yaşam alanlarının her yerinde; korunma yolları toplumsal halk sağlığını gözeterek bilimsel çözüm yollarını izlemekte ve bireysel olarak evlerde azami önlemleri alıp bilinç oluşturmakta.
AFAD kaynaklarından ulaşıldığı üzere Radyasyondan korunmada, Uluslararası Radyasyondan Korunma Komisyonu’nun (ICRP) belirlediği 3 temel prensip vardır. Bunlar Gerekçelendirme (“Justification”), Optimizasyon (ALARA) ve Doz Sınırlamaları (“Limitations”)’dır.
1- Gerekçelendirme (“Justification”)
Maruz kalınacak radyasyonun etkileri göz önünde bulundurularak net bir fayda sağlamayan hiçbir radyasyon uygulamasına izin verilmemelidir. Yani, radyasyon uygulamasının zararlı etkileri göz önünde bulundurulmalı, uygulamanın gerçekten kabul edilir olup olmadığı belirlenmeli, uygulama sonucunda ortaya çıkabilecek olumsuz etkiler bir bedel olarak görülmeli ve bu bedel uygulama sonrası elde edilecek fayda ile kıyaslanmalıdır.
2- Optimizasyon (ALARA = “As Low As Reasonably Achievable”, makul olarak gerçekleştirilebilecek ölçüde düşük)
Optimizasyon prensibine göre, yukarıda bahsedilen bedel-fayda kıyaslamasının sonucu olarak gerekli olduğu onaylanmış radyasyon uygulaması sırasında mümkün olan en düşük dozun alınması sağlanmalıdır. Bunun için sosyoekonomik faktörler de göz önünde bulundurulmalıdır.
3- Doz Sınırlamaları (“Limitations”)
Kişilerin maruz kaldıkları doz eşdeğeri miktarı belirli doz sınırlarını aşmamalıdır. Bu prensip bir kişinin maruz kalabileceği etkin eşdeğer dozun kesin bir şekilde sınırlandırılmasını gerektirir. Bu sınırlar, kanser ve kalıtsal hasarlar gibi olasılığa bağlı etkilerin ortaya çıkışını kontrol altına almak için belirlenmiş olup, kişilerin ve gelecek nesillerin kabul edilmeyecek bir risk altına girmesini engeller.
4- Maksimum Müsaade Edilen Doz
Uluslararası Radyasyondan Korunma Komisyonu tarafından belirlenen maksimum müsade edilen doz, bir insanda önemli hiçbir vücut hastalığı ve bir genetik etki meydana getirmesi beklenmeyen iyonlaştırıcı radyasyon dozu olarak tarif edilir. Maksimum müsaade edilen doz değerleri aşağıdaki tabloda verilmiştir.
1928’de kurulan iyonize radyasyon maruziyeti sonucunda oluşabilecek çeşitli hastalıkların önlenmesi çalışmalarını yürüten Uluslararası Radyolojiksel Korunma Komisyonu (ICRP), 1955 yılında Birleşmiş Milletler tarafından iyonize radyasyonun etkilerini belirlemek için kurulan Atomik Radyasyonun Etkileri Üzerine Bilimsel Komisyon (UNSCEAR) ve 1970 yılında kurulan halk sağlığı ve doğayı korumak için kurulan Amerika Birleşik Devletleri Çevre Koruma Ajansı (USEPA) olarak yazılabilir. Ülkemizde ise insan ve çevrenin radyasyondan korunmasına dair faaliyetler 1956 yılında kurulmuş olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından gerçekleştirilmektedir. Radyasyona dair bilinçlenmek ve bilimsel verilere ulaşmak için: ulusal (www.taek.gov.tr) ve uluslararası (www.unscear.org) , (www.icrp.org) ve (www.epa.gov) Radyasyonun çevreye etkileri ülke ve sınır tanımadığı için teknolojik ve ekonomik alanda gelişmiş ülkelerin önderliğinde uluslararası önlemleri, araştırmaları takip etmekte fayda var, sonuçta kilometrelerce uzaktaki canlıyı bile etkileyebilmekte, Çernobil örneğinde görüldüğü gibi. Her ciddiyetle alınması gereken husus gibi ele alınmalı, nükleer santraller çok da övülmemeli eğer azami önlemler alınmayacaksa. Yenilenebilir enerji kaynaklarının yüksek verim elde edebileceği ortada olan bol güneşi, eksik olmayan rüzgarı ve üç tarafını çeviren suları ile öncelikle Güneş, su, Rüzgar enerjilerini değerlendirmek temiz enerji çareleri olarak öncelik görülmeli. Elbette içinde insan olan hiçbir faaliyet için sıfır hata beklentisinde olamayız. İnsan faktörünün hata yapabileceği gerçeği de bizi başlı başına yenilenebilir enerji kullanımına yönlendirmeli, tüm yaşam alanlarımızda azami önlemi bireysel ve topluluklar halinde alsak da sokağımızda baz istasyonu şehrimizde nükleer santral olma ihtimali ile her zaman büyük facialara açık bir yaşam sürdüreceğiz demektir. İlk cümlede belirtildiği üzere, bilimin olduğu yerde tek doğru yoktur. Bugün tehlikeli görünenlerin elbet yarın bir yararı çıkabilir veya dün yararları saymakla bitmez sandıklarımız aslında kurtarıcı çözüm çıkmayacaklardır yarın kanıtlanmış, onanmış bir teoriyle; bilimsel işleyiş böyledir, yeni doğru ve yanlışlara açıktır. Ve asıl konuya dair, nasıl kaçar korunuruz radyasyondan diyorsak son cümle doğru bilinen yanlışlardan biri olsun: Keşke gerçekten yoğurt yemek ve evdeki kaktüsler radyasyondan korusa.
radyasyon riski hesaplama; American Society of Radiologic Technologists sayfasında çevrimiçi radyasyon risk hesaplama sistemi bulunmaktadır: www.xrayrisk.com/calculator/calculator.php
Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/, https://www.ntv.com.tr/saglik/ , http://dergipark.gov.tr/, Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği, https://www.afad.gov.tr